VEM KAN SKİLJAS FRAN VANNEN SİN UTAN ATT FALLA TARAR?
0

Başlıktaki cümlenin ne anlama geldiğini merak ediyor olabilirsiniz ancak şimdilik yazıya odaklanmanızı istiyorum. Yazının sonunda ne anlama geldiğini size güzel bir şekilde açıklamış olacağım. Yazımızın konusuna gelecek olursak duygularımız hakkında olacağını söyleyebilirim. Öncelikle duygularımız, içinde bulunduğumuz toplum tarafından sıklıkla kontrol altına alınmaya çalışılır. Sanki zararlıymışçasına bir tavır içindedirler. İnsanlara duygularını yok sayması öğretilmeye çalışılır. Oysa bunu öğrenmesi de süreci kadar acı vericidir. Gerek toplumsal iletişimde gerekse atasözleri ya da deyişlerde - erkek adam ağlamaz ya da kol kırılır, yen içinde kalır- sürekli olarak vurgulanır. Süreç diyoruz yani "ağaç yaşken eğilir." düsturunun baskınlığı anlaşılmış oluyor böylece. Bir çocuk erkekse anında ona ağlamaması ve güçlü olması öğütlenir. Eğer kızsa ve bu ağlamalar bir travmadan (taciz, tecavüz, bir kayıp vb.) kaynaklıysa ona bunları gizlemesi tembihlenir. Böylece insanların duygulara yabancılaşım süreci taa çocukluktan başlamış olur. Peki, size bir soru: Halının altına süpürülen şeyler fazlalaşırsa ya da bardağın tamamı dolmuşken bardağa bir damla daha düşerse ne olur? Buna cevap vermeden yazıma devam ediyorum. Benim yerime Freud çok güzel cevap veriyor çünkü:
"İfade edilmemiş duygular asla ölmez. Sadece diri diri gömülür ve sonradan daha korkunç şekillerde tezahür ederler."
Yaşımızı, başımızı aldığımız zaman günün birinde bankta tek başına bir çocuk görürüz. Çocuğun tek bir damla gözyaşı bizim yüzümüzün seli olmaya başlar. Sonra kalbimiz tutmaya, gözlerimiz bir anlığına kararmaya, vücudumuz titremeye başlar. Nasıl tezahürler, güzel mi? Bunlar vücudun imdat çığlıklarıdır ama insanoğlu bastırma mekanizmasını kullanmayı o denli alışkanlık hâline getirmiştir ki bunu da bastırmayı başarır (o anlığına). Bir yıl geçer, bu sefer bunları yaşamanız için bir çocuk görmenize gerek kalmaz. Çünkü rüyalarınız güzel birer hatırlatıcı hâlini almıştır bile. Şimdi belirtiler biraz daha ağırdır ve üzerinizde bir çökkünlük de bulunmaktadır. Hatta bazen durup dururken öfkelenmeye başlamışsınızdır ya da ağlama krizleri eşlik etmiştir hayatınızın bir köşesine. İşte tam bu aşamada insanlar ikiye ayrılırlar:
1. Uzman yardımı alanlar
2. Kendi başına çözmeye çalışanlar
Bu ayrılıkta yetkin bir uzmana denk gelenler cidden duygularını yaşaması gerektiğini fark edebiliyor ve kendisine yeni bir rota ile hayat çizebiliyor. Ancak kendi başına çözmeye çalışanların çok azı başarılı olabiliyor. Bu başarısızlığın sebebi kişinin yaşadığı tezahürleri daha sık ve daha şiddetli yaşıyor oluşudur. Karanlık bir yolda ufak bir ışık hüzmesi sizi yürümeye sevk eder ama yolun gittikçe karardığını ve o ışığın yok olduğunu gördüğünüzde hiçbir şey yapamaz hâle gelirsiniz. Sanırım buraya kadar duygularımıza sahip çıkmamızı ve onları yaşamamız gerektiğini anlamışsınızdır. Bu arada başlıkta ne diyordu, biliyor musunuz? "Kim ayrılabilir bir dostundan gözyaşı akıtmadan?"
Bu hâliyle yazı biraz daha anlaşılır oldu. Ama izin verirseniz sizlere bu başlık hakkında biraz daha bilgi vereyim. Bu anonim bir İsveç Halk Şarkısı'nda geçen sözdür. Şarkıdaki sözlerin hepsini aşağıya bırakıyorum:
Vem kan segla förutan vind? (Kim yelken açabilir ki rüzgâr olmadan?)
Vem kan ro utan aror? (Kim kürek çelebilir kürek olmadan?)
Vem kan skiljas fran vannen sin (Kim ayrılabilir bir dostundan)
Utan att falla tarar? (Gözyaşı akıtmadan?)
Jag kan segla förutan vind (Ben yelken açabilirim rüzgâr olmadan)
Jag kan ro utan aror (Ben kürek çekebilirim kürek olmadan)
Men ej skiljas fran vannen min (Fakat ayrılamam bir dostumdan)
Utan att falla tarar (Gözyaşı akıtmadan)
Duygularınızı yaşayın, yaşatın. Onlar yabancı değil, sizin birer parçanızdır. Parçanızı, yani kendinizi reddetmeyin.
Makaleyi Paylaş
Anahtar Kelimeler:
Yorumlar